• Okuduklarımdan, seyrettiklerimden aldığım notlar, izlenimler, incelemeler…

Native (öz) DSD

Bu yazıda DSD’nin önüne gelen “native” kelimesinin neden anahtar bir öneme sahip olduğundan bahsedeceğim.

Her ne kadar Türkçe’de kelimelerin başına “öz” ilave etmek farklı yorumlanabilse de, İngilizce “native” kelimesinin Türkçe karşılığı bu. DSD, açılımı ile Direct Stream Digital kelimesini Türkçe’leştirmeye çalışmayacağım. DSD’den önceki yazılarda bahsetmiştik. Sadece şu hatırlatmayı yapalım:

  • DSD64: 2.8224 MHz örnekleme hızı (Çünkü örnekleme hızı CD’de kullanılanın 64 katıdır: 44.1kHz x 64 = 2.8224MHz).
  • DSD128: 5.6448 MHz (double rate DSD)
  • DSD256: 11.3MHz (quad rate DSD)
  • DSD512: 22.5MHz

Bu hızlar CD’de kullanılan 44.1KHz örnekleme hızının katları. Bir de 48KHz katlarından oluşan DSD hızları mümkün. Örneğin 11.2MHz yerine 12.288MHz.

Peki bu kadar yüksek (DSD256) çözünürlükte kayıtlara erişebiliyor muyuz? Ticari olarak DSD128 dosyaları satılmaya başlandı. DSD256 çözünürlüğünde dosyalar mevcut ama daha kayıt yapılması bile şimdilik bir “haber” niteliği taşıyor; bakınız (1), (2). Japon kaynaklı bir site (Google Chrome browser ve tercume özelliği kullanabilirsiniz). Ücretsiz indirebileceğiniz bazı dosyalar burada. DSDfile.com sitesinde satılan bazı DSD kayıtları burada. Onebitaudio.com sitesinden bazı DSD kayıtları burada. Positive Feedback sitesinde, Opus3 DSD kayıtları ile ilgili bir yazı.

Öz DSD ve öz olmayan DSD arasındaki fark nedir?

Evimizde dinlediğimiz müzik başlıca 2 ana işlemden geçiyor: (1) stüdyoda veya konserde yapılan master kayıt (2) bunu tüketiciye uygun ortamda sunabilmek için yapılan tekrar üretim (post-production).  Stüdyoda veya konserde yapılan kayıt  doğrudan DSD ortamına yapıldıysa o zaman Native DSD kaydından bahsedebiliriz. Ya da, analog olarak master teyplere yapılmış ve yine analog ortamda “mix” edilmiş eski kayıtlar DSD’ye aktarılırsa yine “native DSD”den bahsedebiliriz.

Ama, eğer kayıt DSD olarak yapıldı ve sonra “mix” işlemi için PCM’e çevrildi ve sonra tekrar DSD’ye çevrildiyse. O zaman I-ıhh, “native DSD” olmuyor. Ya da, “native DSD” olan stüdyo master kayıdının, tüketiciye sunabilmek için optik ortama (SACD’ye) yazıldığını, sonra optik ortamdaki kaydın “rip” edilip DSD dosyasına çevirildiğini düşünün. İşte, o zaman da işin “öz”lüğü bozuluyor.

“işin ideali; (1) artist performansının, arada farklı bir formata (örneğin PCM’e) çevirilmeden kayıt edilmesi, (2) bu kayıtın, arada hiç bir farklı formata çevrimeden (CD, SACD, DVD-A gibi optik bir ortama veya plağa…) DSD dosya olarak elimize ulaşması…”

Bu ideale ulaşma ile ilgili zorluklar var. Örneğin, stüdyoda DSD dosyalarını mix edebilmek için gerekli teknoloji mevcut. Ama yaygın değil. Profesyonel cihaz üreticilerinin kayıt mühendislerine yeni tasarımlar sunması gerekiyor. Bu bakımdan işin idealini mevcut duruma göre düzenleyelim:

“dinlediğimiz sayısal müzik dosyasının, mümkün olduğunca artist icraatına yakın bir aşamayı kaynak olarak kullanması…”

Neden diyecek olursanız, artist ile müzik dinlediğimiz ortam arasındaki her çeşit çevirim, bir ölçüde ses kalitesini düşürüyor: Analog-sayısal çevirimi; sayısal ortamda DSD-PCM çevirimi; dağıtım ortamında sinyalin CD, SACD, Blu-Ray, plak gibi ortamlara yazılmasında/okunmasında yaşanan kayıplar…

Örneğin, bir klasik müzik konser kaydını ele alalım. Yukarıda bahsettiğimiz çevirimler müzik dinlerken, kayıdın yapıldığı mekanın havasının, seslerin dinamizminin, enstrumanların detayını azalmasına sebep olur.

Ses kalitesini sadece freakans bandı (bas-tiz) ya da dinamik saha ( en alçak ve en yüksek sesler arasındaki fark ve bunun bozulmadan veilebilmesi) olarak algılamak yanlış olur. Çok önemli bir kalite şartı da sesin zamansal özelliklerinin korunmasıdır. Yukarıda bahsettiğimiz çevirimler sesin zamansal özelliklerini bir ölçüde bozar.

Native DSD64/128/256 kayıtlarını evde dinleyebiliyorum ve muhteşem olduğunu düşünüyorum. Hani derler ya, “anlatılmaz yaşanır…”. Yukarıdaki verdiğim örneklerin sayısı her geçen gün artıyor. Müziği kaliteli bir kaynaktan dinleme konusunda coşku duyanlar arasında bunun yaygınlaşacağını düşünüyorum. Ancak, sıkıştırılmış müzik dosyaları (mp3) ya da internetten sıkıştırılmış müzik akışı (Spotify gibi) ile tatmin olan çoğunluk ve genç nesile ulaşabileceğinden emin değilim. Bunun için iTunes gibi servislerin sıkıştırılmamış müzik dosyalarına el atması, teknolojinin ucuzlaması gerekiyor. Sony Xperia Z3 gibi DSD destekleyen akıllı telefonları duydukça şaşırmayalım.

Aşağıdaki resimde exaSound e28’in ekranına bir bakın bakalım ne yazıyor?

e28 front

exaSound DAC satın almak isterseniz ya da demosunu izlemek isterseniz beni arayın.

Zevkle müzik dinlemeler…

Yorum yapın:

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.